29 Aralık 2006

Bayramınız ve Yeni Yılınız Kutlu Olsun





Sağlık, mutluluk, neş'e dolu nice Bayramlar ve Seneler geçirmeniz temennisi ile...


(İstanbul'da olmam sebebi ile bir İstanbul şarkısı olsun istedim. Sevgiler....)

15 Aralık 2006

Yemek Etkinliği 17 - Kabakgiller

Ben bu etkinliğin logosuna bayıldım :) Ellerine, gözlerine, aklına sağlık Bujene!

Bu fikirle, Bujene'ye gittiğin için ve ev sahipliğin için çok yaşa marifetli Marifet Teyze Vildan!


Sütlü Kabak Çorbası:
Tarif eşime aittir. Onun doğup, büyüdüğü yerlerde yapılırmış, özlemiş bir gün, bana sordu bilir misin diye, dedim ben bilmem, duymadım hiç. Baktım hasret bacayı sarmış, girmiş mutfağa yapıyor...
Bakalım beğenecek misin? diyerek onun aklında kaldığı şekli ile uyguladı tarifi, sonrasında da ben öğrendim ve yapar oldum.
Malzemeler:
  • 3 Adet orta boy kabak (dolma yaptığımız kabaklardan, yanılmıyorsam sakız kabağı deniliyor kendilerine)
  • 500 ml Su
  • 750 ml Süt
  • 2 Çay bardağı ince (köftelik) bulgur
  • 2 Yemek kaşığı zeytinyağı
Yapılışı:
Kabaklar küp şeklinde, minik minik doğranır. Kaynamaya başlayan su, süt karışımının içine atılır. Zeytinyağı ilave edilir. Kaynamaya bırakılır ama taşmaması için de sık sık kontrol edilerek karıştırılır. Kabaklar pişince ince bulgur ilave edilerek kapağı kapatılır.
Kişisel Tercihler: Yağ ile çok aram olmadığından mümkün olduğunca az kullanıyorum. Hatta tarifteki çoğaltılmış hali.Siz damak tadınız kadar ilave edin. Çorbayı isterseniz sadece süt ile yapabilirsiniz. Fotoğraftakinin içine ben az miktarda yeşil kereviz koydum (celery), üzerine pul biber ya da karabiber ilave edebilirsiniz. Dolma yaptıktan sonra, artan içi minik minik doğrayıp kullanabilirsiniz ki ben peynirli kabaktan artan iç ile yaptım. Bu arada en son yaptığımda tuzun, sütün kesilmesine neden olduğunu gördüm, tesadüf müydü bilemiyorum ama tuzu yerken ilave etmeyi tercih edeceğim.

Peynirli Kabak
Peynirli kabağın tarifi, sizlere daha önce de bahsettiğim arkadaşım TuTu'ya ait. Babam hasta iken, ona birşeyler yedirebilmek için elimizden gelen herşeyi yapıyorduk. Bilmem sona yaklaşmanın bilincinden, bilmem hastalığın gidişatından herşeyi yemez olmuştu, aralarından özellikle seçer olmuştu. Durumu duyan TuTu dur dedi, ben değişik birşey yapayım, bunu sever. Elinde bir tepsi peynirli kabak ile çıkageldi ve babam gerçekten sevdi, hatta sonrasında bize bir daha yaptırdı. Teşekkürler TuTu!

Zor dönemlerimizde bizlerle birlikte olup en güzel yiyeceklerini paylaşan herkese çok teşekkürler...

Özellikle de dünyalar tatlısı insan Nuran Teyze'ye! Mutfağını adeta bize taşıdı.


Malzemeler:
  • 3 Adet dolmalık kabak
  • 1,5 Su bardağı pişince erimeyecek katı bir peynir (ben İngiltere'de tulum peyniri adı ile satılan, ama pek benzemeyen, kavanozda satılan bir peyniri kullandım, markasını ne yazık ki hatırlamıyorum. Siz beyaz peynir, tulum peyniri karışımını ya da sadece sert bir beyaz peyniri kullanabilirsiniz)
  • 4 Sap dereotu
  • 5 Adet kibrit kutusu büyüklüğünde kaşar peyniri (kibrit kutusu büyüklüğündeki kaşar peynirleri, ikiye kesilerek minik minik hazırlanacak)
Yapılışı:
Kabaklar enine, işaret parmağınız uzunluğunda kesilecek. En dip kısmına gelmeyecek, altı delinmeyecek şekilde, dolma yapılacakmış gibi, içi boşaltılacak. Dağılmayıp, biraz yumuşayıncaya kadar haşlanacak. Soğumaya bırakılacak.
Peynir elinizle ufalanarak, dereotu ile karıştırılarak kabakların içlerine doldurulacak. Üzerlerine minikçe kestiğimiz kaşar peynirleri konularak (Peynirlerin, kabakların içinde kalmasına dikkat edin ki akıp sizi zor durumda bırakmasınlar) fırına verilecek. 150 derecede peynirler kızarıncaya kadar pişirilecek.
Babacığımın ruhu şad olsun!
Sizlere de afiyet olsun...

13 Aralık 2006

Yemek Etkinliğine 2 Gün Kala

Öncelikle İstanbul'dan sevgi ve selamlar...


Yazın gerçekleştiremediğimiz tatilimizi kışın ortasında yapmaya karar verdik :)

Yemek etkinliğine 2 gün kala, kabakla buluşmadan önce, sizlerle İngiltere'de iken yaptığım, Evren'in ekmek tarifinden ve Pınar'ın peykek tarifinden mamul ekmek ve peykek fotoğraflarını paylaşmak istedim. İkisi de pek lezzetli oldular.

Ekmek tarifinde yaptığım tek değişiklik üzerine yumurta yerine yoğurt sürmek oldu. Peykek aynen uygulandı.

Teşekkürler arkadaşlar...






07 Aralık 2006

Mahya ve Yılbaşı Işıkları


Her sene Kasım aynın son haftalarında Cambridge Belediye'si, bandolu, müzikli bir tören eşliğinde, şehri süsleyen Christmas ışıklarını yakar. Bir de kocaman agaç kondururlar meydana. Süsleyip, püslerler. Bu sene de 19 Kasım'da yandı ışıklar.

Uzun kış geceleri zamanı artık. Saat 15:30 oldu mu hava kararmaya başlıyor. Öğleden sonra alış-verişe çıktınız mı kendinizi karanlığın içinde buluveriyorsunuz. Geçen gün eşim ile alış-verişe çıktığımızda da aynı şey oldu. Biz oradan oraya koştururken, bir baktık gece olmuş bile. Dedim süslemeler ne alemde, onlara da bir bakalım. İlk geldiğim sene çok görkemli idi. Rengarenk ışıl ışıldı ama bu sene durum pek öyle değil. Herhalde finanse edecek birilerini bulamadılar, ağaç falan pek baygın duruyordu. Öfleyip pöfleyen eşime aldırmadan, bir iki kare fotoğraf denemesi yaptım.
 
Sussex Street'te gene fotoğraf çekmek için durduğumda, eşim aaa bak bu adamlar da Mahya sanatını öğrenmişler nihayet diye takıldı. Düşündüm, sahi mahya ile, her sene hazırlanan Yılbaşı ama aslında Hz.İsa'nın doğumgünü kutlaması süslerinin, ışıklarının bir alakası var mıydı?
Biraz araştırayım dedim, ama ne yazık ki çok fazla kaynak bulamadım. Bazı siteler THY'nın Skylife dergisini referans göstermişler ancak orjinaline ulaşamadım.

Mahya sanatı başka Müslüman ülkelerde olmayan sadece Türkler'e özgü bir sanatmış. Tam olarak ne zaman başladığı bilinememekle birlikte ilk mahya ile ilgili bir yazı Ahmed Rasim (1864-1932) tarafından Menakıb-ı İslâm adlı eserinde yazılmış. Burada I. Ahmed (1603-1617) döneminde Sultanahmed Camii'ne kurulduğu yazılıymış. Ahmed Rasim "mahya" sözcüğünün Farsça "mahiye" (aya özgü) ya da "müheyya"dan (hazırlanmış, sıralanmış) kelimelerinden Türkçeleşmiş olabileceğini vurgulamaktaymış.

O dönemlerde hazırlanacak mahyalar, öncelikli olarak atlas kumaşlar üzerine çizilip padişahın beğenisine sunulur, onay alanlar hazırlanarak minarelere asılırmış. Mahya sanatı, genelde İstabul'a özgü imiş, çünkü birden fazla minaresi olan camiiler sadece İstanbul'da bulunmakta imiş. Bu olayın istisnası Edirne, Selimiye Camii imiş. Kayıtlarda Bursa'da, Rumeli'nde Siroz'da ve bir defa olmak üzere Konya'da mahya kurulduğu geçmekteymiş. Daha sonraları bu olayı seven ve görmek isteyen halk, bölgelerindeki camiilerin minare sayısının arttırılması, uzatılması ile ilgili taleplerde bulunmaya başlamış.

Mahyacılık hiç de kolay bir iş değilmiş. Çizilecek desen, yazı, öncelikle kareli kağıt üzerinde hazırlanır, kandillerin (o dönemde elektrik olmadığı için diye hatırlatalım) yerleri belirlenir, sonra halatlar üzerine kandiller, düğümlemek ve halkalarla birbirinin içinden geçirmek sureti ile yerleştirilirlermiş. Her mahyacı aylar süren çalışmalarını, Ramazan ayında ışıklarla gökyüzünde sergilermiş. Bu olay, aynı zamanda tatlı bir yarış halinde imiş. Hergece, hatta aynı gece iki namaz (yatsı ve teravih) arasında, eserlerini değiştiren mahyacılar varmış. O kandillerin tek tek yakılması gerektiğini de hatırlatırsam bu işin zorluğunu sizler düşünün!

Mahya desenleri arasında Kızkulesi, kayık, vapur, köşk ve fıskiye, köprü, iki minareli ve kubbeli cami, açık şemsiye, çorba kasesi, çiçek, köşklü kayık, top arabası resimleri yeralmaktaymış. 1911 ramazanından başlayarak "Yaşasın Hürriyet", "Eytama (yetimlere) yardım", "Hilal-i Ahmeri (Kızılay) unutma", "Tayyareyi unutma", "Yerli malı al", "Yaşasın Misak-ı Milli", "Yaşasın İstiklâliyet" vb. sözler mahya yazıları arasında yerlerini almış.Yeni harfle kurulan mahyalar arasında "İsraftan kaçın, Tayyare cemiyetine yardım. Yetimleri unutma, İsraftan kaç, Yerli malı al, (para biriktir), Himaye-i Etfale yardım. İçki aile düşmanıdır, Kumar insanı mahveder" gibi sözler yeralmaktaymış. Bu sözlerle insanları milli birlik ve beraberliğe teşvik etmek, yardımlaşmayı ve kötü huylardan vazgeçilmesini telkin etmek amaçlanmış. Cumhuriyetle birlikte, Atatürk, Yaşasın Cumhuriyet yazan mahyalar kurulur olmuş ve bu sanat günümüze dek bu şekli ile ulaşmış.

Kutsal gecelerde, camiilerde kandil yakılması adetinin, bu gecelere, bu ismi verdiği konusunda da bir düşüncem var, bilmem doğru mudur? Zira kutladığımız herbir kandilin ayrı bir ismi, ayrı bir önemi vardır. Ama ortak adı Kandildir. 

TC. Diyanet İşleri Başkanlığı web sitesine göre :
Bir yabancı seyyah demiş ki: "Dünya yüzünde sevilmeye ve sayılmaya layık Türklerin hiçbir medeni eserleri olmasa bile, yalnız şu gökten yıldızları toplayıp minareler aralarında yazı yazmayı akıl etmeleri, bunda muvaffak olmaları, onların medeniyette ne kadar ilerde olduklarının bir ifadesidir."


Şimdi düşünüyorum da, bizler neden sanatlarımıza sahip çıkmıyoruz? Dün burada King's College'in chapel'ini gezdim. İçinde bir bölümü müze gibi yapmışlar. Tek tek, taş oymacılığında kullanılan figürlerin anlamını, virtayların nasıl yapıldığını, kullanılan malzeme, araç gereçleri, o chapel'e emegi geçmiş insanların hayatlarını, gezenlere sergiliyorlar. Çoluk, çocuk, kim gezerse görsel olarak beyninin bir köşesine bu bilgiler yerleşiyor. Biz ise kendimize ait bir sanatı öğrenmek için, kaynaklara bile kolay kolay ulaşamıyoruz. O dönemin aletlerini, kandillerini, kullanılan şemaları saklayan bir yer var mı bilemiyoruz. Neden bizim de böyle bir müzeciğimiz Sultan Ahmed camii avlusunda yeralmasın?

Işıklar, süslemeler derken nerden nereye gelip, ne çağrışımlar yaptı. Ben bundan sonra yılbaşı süslemelerinin ardında bir de bu hikayeyi, bu tarihi bilgileri hatırlayacağım. Sonrası sizin hayal gücünüz...

Mahya fotoğrafını blogumda yayınlamama izin veren Sayın Haluk Özözlü'ye ve kendisi ile bağlantı kurmamı sağlayan Sevgili Punto amca'ya çok teşekkür ederim.

01 Aralık 2006

Cherimoya'yı Takdimimdir


İlk bu ülkede yaşamaya başladığımda bana herşey çok ters geliyordu. Yumurta almaya gittiğimde, isteğim çok basit olmasına karşın çeşit o kadar çoktu ki seçin seçebilirseniz. Önce ebatlara göre ayrılıyordu. Küçük, orta boy, büyük, sonra organik olanı vardı, olmayanı (elbet onların da ebatları), etrafta dolaşıp, salınması serbest olan tavukların, yumurtası vardı; kafeste yumurtlamaya mahkum tutulanların... Bıldırcın yumurtası vesairi hiç saymıyorum... Beynim dönüyordu, tek tek üzerlerini okuyup ne olduklarını anlamaya çalışmaktan. Bu sebepten dolayı markete gittiğimizde alıştıklarımı aramaya, almaya şartlanmıştım. İlk defa, tahini, Tesco'da bulduğumda nerdeyse Archimedes'e döndüm. Arkadaşlara haber ettiğimde de sevinç çığlıklarını duymanız lazımdı! Üzerinden dört yıl geçti, Tesco Türkiye piyasasına girdi, geçenlerde bir baktım, çamaşır suyunun üzerinde İngilizcesi yazıyor, bir de Türkçe yazmışlar. Pek mutlu oldum. Bu ilk anlattığım dönemlerde herşey çok değişik, çok yabancı geldiğinden, kendimi de bizim usul şeylere şartlandırdığımdan, bana yabancı gelen ne varsa uzak dururdum. Denemek için aldığımız birkaç şeyden hoşlanmayınca uzak duruş uzun sürdü elbet, Allah'tan eşim meraklı, gidip gelip buldu gene de birşeyler...
Tijen'in yazılarını okuya okuya çekinmeyip değişik lezzetlerle de barışık olmayı öğrendim zamanla. Geçenlerde de markete gittiğimizde üzeri kertenkele pulları ile kaplanmışa benzer ama kadife gibi çok hafif tüylü, yumuşak bir meyve ile karşılaştık. Eşimle birbirimize baktık, indirime de girmiş, alalım mı, e hadi alıp deneyelim, seversek gene alırız dedik, denemelik bir tane aldık, getirdik eve. Sevmediklerimiz çıkarsa da öğrenme maliyeti kısmına yazıyoruz bütçede. Bir süre mutfağın muhtelif köşelerinde gezindi. Alışma dönemimizdi bu ona. Tipini de pek sevdik. Hem itici, hem de sevimli. Ara ara gidip ejderha yumurtasına bakar gibi baktık. En sonunda eh yiyelim artık seni, yeter bu kadar misafirlik dedik ve kestik!




İçi, akça pakça çıktı. Kalp kalbe karşı duruyormuş gibi oldu. Hayatımızda kalplerimizi paylaştığımız gibi bu şirin meyveyi da paylaştık goncamla...
Kara iricene çekirdekleri vardı içinde, tadı da muşmulaya benziyordu. Tatlımsı, çok az pütürlü, hoş kokulu. Sevdik keratayı. Bulursam gene alacağımdır. Hani görür de almaya çekinirseniz, çekinmeyin diye, buradan haber edeyim dedim.
Işıl'ın da Wikipedia'dan alarak yazdığı gibi Mark Twain bu meyve için başlıbaşına bir lezzet dermiş. Tadını tarif edebilmek için gerçekten yemek lazım, ben yediğim halde tam tarif edemiyorum o ayrı!
Cherimoya, İnka dilinde soğuk göğüs demekmiş. Çocukları anne sütünden kesmek için bu meyveyi kullanmış olmaları ihtimalinden dolayı bu ismin verildiği düşünülüyormuş. Wikipedia ise soğuk çekirdekler anlamına geldiğini yazmış, yüksek alanlarda soğuk bir ortamda filiz verdiği için. Kaliforniya'da yetiştirilenine de Kalimoya deniliyormuş.




Anavatanı Bolivya, Kolombiya ve Peru imiş. Yarı tropikal bir bitki olmasından dolayı hafif kırağıya/dona dayanıklıymış. Güneşi ve serin geceleri severmiş. Sebze bahçelerine, domates, patlıcan fidelerinin yanına, yıldız çiçeklerinin yanına dikilmemeliymiş. Köklerine zarar veriyormuş bu bitkinin. Meyvesi kaşıkla yeniliyormuş ki biz bilmeden zaten böyle uygun görmüştük. Buzlukta dondurursanız dondurma gibi yenilebilirmiş. Soğuk yenilmesi tavsiye edilmekteymiş. Suyu sıkılabilirmiş (suyunu sıkmak için bayağı zengin olmak gerektiğini belirteyim fiyatından dolayı), şerbetlerde, sütlü karışımlarda kullanılabilirmiş. Çekirdeklerinin kabuğu kırılırsa içindeki kısım zehirliymiş.


Buradan
cherimoyalı tariflere ulaşabilirsiniz.


C vitamini deposu, kollestrol içermeyen, yağ oranı düşük bir meyve olduğunu söylemekte de fayda var.

27 Kasım 2006

Cambridge U3A ve Nakışlarım

Beni tanıyıp, konuşanlar bilirler bir süredir bir kurs meselesidir tutturmuştum. Eylül ayında en sonunda gidip Cambridge U3A'e kaydoldum. U3A'in açılımı University of Third Age . Yani 3.yaş üniversitesi. Neden mi 3.yaş? Okul hayatını 1.yaş, iş hayatını 2.yaş, emekliliği de 3.yaş sayıyorlar. İlk defa Fransa'da kurulmuş, daha sonra Cambridge civarında yaşayanlar böyle bir grup kuralım demişler ve toplantı düzenlemişler. İlk toplantılarına 80 kişi katılmış ve böylelikle U3A'in temeli atılmış. Şu anda üye sayısı binlerle ifade ediliyor. Fransa ve Cambridge haricinde Avusturalya'da, Yeni Zelanda'da da mevcut. Üyelerin, ben hariç, hemen hemen hepsi 60 yılı geride bırakmış insanlardan oluşuyor.

Cambridge'de iş bulamadığım için, ben de bir nevi emekli sayıldığımdan dolayı, beni de aralarına kabul ettiler. Kural, çalışmıyor ve kurs süresince de çalışmıyacak olmak. Yıllık, makul ölçülerde, bir aidatı var. O aidatı yatırıp, katılmak istediğiniz kursu seçiyorsunuz. Bir yıl içerisinde en fazla 6 kursa katılma hakkınız var. Eğitmenler de gene üyeler. Bu yaptıkları işten gelir elde etmiyorlar, gönüllü olarak yapıyorlar. Kimi evinde veriyor dersleri, kimi U3A'in merkezinde. Kimisi de kiralık odalarda.


Bu kiralık oda işi nedir diye sorarsanız, bu ülkede, okullarda, kiliselerde, belediyelerde, toplantılar için kullanılan odalar mevcut. O organizasyonun kullanmadığı zamanlarda boş tutmuyorlar. Kiralıyorlar. Nasılsa, aydınlatma ve ısıtma için fazladan masraf yapılmıyor, atıl duracağına ihtiyacı olanlar kullanırlar, belli bir miktar da gelir elde edilir diye düşünüyorlar. Bu tarz toplantılar, etkinlikler düzenlemek isteyenler, hatta doğumgünü gibi özel günleri kutlamak isteyenler bu odaları kiralıyor.


Kurslar çeşitli. Kimi bilimle alakalı, kimi el-işleri ile, dans var, resim var, fotoğrafçılık var, bilgisayar üzerine var... Aklınıza gelemeyecek kadar çok çeşitli kurs var. Sanırım toplam sayı 200'ü buluyor. Hatta yürüyüş (pinponları görmeniz lazım yürürlerken, bazıları benden hızlı), kuş gözlemciliği, kürek çekme üzerine bile kurslar var. Bu dönem geç kaldığım için, istediğim kursların hepsi çıkmadı. Son karar olarak, benim seçimim çevre ve el-işlerinden yana oldu. Salı günleri çevre üzerine U3A'in merkezinde yeralan bir etkinliğe katılıyorum. Çarşambaları da gene U3A bünyesinde, St Paul Kilisesi'deki kiralık odalardan birindeki nakış kursuna katılıyorum. Nakış topluluğu demek daha doğru sanırım. Çünkü kim, ne biliyorsa onu öğretiyor. Benim için ise sevdiğim bir uğraşı yaparken, aynı zamanda ingilizce pratiği olanağı sağlıyor. Tonton teyzelerden de geçmiş ile ilgili bilgiler almış oluyorum.

Geçen sene babamın rahatsızlığı nedeniyle Türkiye'de kalırken , hep hastalık düşünmeyeyim diye, boncuklu nakışa başlamıştım.
Rahmetli babaannem terzi olduğundan, annemin de bu konu üzerine öğretmenlik yapabilecek eğitimi bulunduğundan nakışlar, dikişler, tığ işleri eksik olmayan bir evde büyüdüm ve 5 yaşlarında iken ilk defa etamin üzerine kanaviçe işleyerek de bu işe başladım. Sonra iğneardı, zincir nakışı derken yaz tatillerinde elimde birşeyler olurdu hep. Burda, La Familia, Rakam dergileri her zaman en yakın arkadaşlarım olmuştur. Canım sıkıldıkça onlarda alırım soluğu, dalarım hayallere. Kimya mühendisliğinin ardından, tekstil üzerine uzmanlaşmam da bu yüzdendir.

Boncuklu nakışı işlemeye karar verince, her yerde, özellikle Türk motifi aramıştım. Cambridge'de kullanırken yabancılar tarafından görülsün, tanınsın diye! Elimdeki dergiler genelde yabancı olduğu için de desen bulamamıştım. İmdadıma eşimin kuzeni el-işi öğretmeni Nesrin abla yetişmişti, sağolsun. Taaa Ezine'den kargo ile kitaplar, desenler yolladı. Yukarıda gördüğünüz keten üzerine boncuk işleme o desenlerden birisi.
Kursta ise teyzelerden biri "Colonial Knots" denilen bir nakış işliyordu. Amerikan koloni döneminde mum fitilleri ile işlenirmiş.Yorganlama yaparken çok kullanılırmış ki buradaki hanımlar kırkyamaya ve yorganlama tekniğine çok meraklılar. Onlara ait değişik bir nakış öğrenme fikri çok hoşuma gitti. Bana malzemeleri temin ettiler ve krem rengi kumaş (patiska) üzerine, krem rengi iplikle işledim.

Biten nakışı, pano haline mi getireyim, yoksa yastık mı yapayım karar veremedim. Yıkayıp, ütülersem de düğümleri bozulur mu bilemedim. Şimdilik Türkiye'ye götürülmeyi bekliyor.

Boncuklu nakışın öbür köşesine başlayacağım. Suda yıkanınca çıkan kalemle çizdim, hazır bekliyor.

Kursta da bundan sonraki nakışım "Blackwork" olacak. Onun için evenweave diye bir kumaş arıyorum. Goblen ile farkı nedir çözemedim daha. Sağolsun Merail bana örnekler de yollamış. Bugün e-postalarım arasında görünce pek sevindim.

Nakışlar için takdiri size bırakıyorum. Vaktiniz varsa da tüm iş yorgunluğunuzu, stresinizi alıyor. Yapmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Ben de bir sonraki dönemde gönüllü olarak Türk el-işleri kursu vermeyi planlıyorum. Elinize kaynak, örnek geçerse haber etmeniz mümkün olabilir mi?

21 Kasım 2006

Kullanılmış Eşya Yardımı


Aralık ayı ve Christmas yaklaştıkça sanıyorum bu ülke ahalisinin de yardım damarı kabardı! Televizyon kanallarında, sokaklarda her an yardım toplayan birisi ile karşılaşıyorum.


Hani bizde Ramazan ayında, Kurban Bayramı'nda olduğu gibi. Ben de Kurban Bayramı yaklaştığına göre sizlerle paylaşayım istedim ki, birileri görsün, birilerinin işine yarasın.


Geçenlerde ardarda kapıdan bu fotoğrafını gördüğünüz torbaları atmışlar. Ben de içlerine kullanmadığımız eşyaları koymadan önce fotoğraflarını çekip yayınlamak istedim.


Burada kullanmadığınız eşyaları başkalarına vermeniz epey zor. İhtiyacı olan birisini bulmak ve teklif etmek de. Onun yerine yardım derneklerinin dükkanları var, oraya bağış yapabiliyorsunuz. Alacak gücü olmayanlar da piyasadan çok daha düşük ücretlerle oradan temin edebiliyorlar. Hem temsil ettikleri derneğe, vakfa para yardımı olmuş oluyor, hem de ihtiyacı olanlar düşük bir değerle bu mallara sahip oluyor. Malum burası öğrenci şehri, dar bütçe ile odalarına eşya almak isteyen öğrenciler çok oluyor, bu dükkanların sayısı da Cambridge'de oldukça fazla.


Biz yaşayan halk için özellikle tekstil ürünleri ne kimseye verilebiliyor, ne de çöpe atılabiliyor. Türkiye'deki gibi kesip biçip temizlikte de kullanmıyorlar pek. Çünkü temizlik için üretilen çok güzel bezler var. Geri dönüşüm ünitelerine götürüp atmak zorundasınız ya da kapınıza kadar gelen bu hizmetten yararlanıyor hem de vicdanınızı rahatlatıyorsunuz.


Kullanmadığınız, giyilebilir durumdaki tekstil ürünleri (kıyafet, nevresim takımı, örtüler....), ayakkabılar, oyuncaklar, kitaplar bu kapıdan atılan torbaların içerisine konuyor. Üzerinde yazan gün ve saatte o yardım dernekleri tarafından toplanıyor. Hiç yüzyüze gelmiyorsunuz. Size hiçbir külfeti yok, tam tersi kolaylığı var. Ne kadar pratik bir çözüm değil mi? O gün için kiralanan arabalarla bütün şehri dolaşıyorlar. Torbayı dışarıya çıkartmayı unutanlar da isterlerse daha sonra o dükkanlara kendileri götürebiliyor.


Ben içine neler mi koydum? Eşimin kilo aldığı için içine giremediği pantalonlar, vurduğu için giymediğimiz ayakkabılar...


Türkiye'den benzer bir haber arkadaşım Melda'dan geldi. Kendisi binbir fedakarlıkla İmecem'i kurdu. Kendine ait kullanmadığı çeyizindeki ipek yorganları dahi ihtiyacı olanlara iletti. Şimdi de bütün gücü ile hiçbir şekilde kar gütmeden İmecem için koşturuyor. Ben Türkiye'de iken kullanmadığım kitapları, dergileri iletmiştim kendisine, ihtiyacı olanlar için. Biliyorum ki gönül ferahlığı ile emin ellerde ulaşacak. Geçenlerde kendisinden bir e-posta geldi. Şu anda Muharrem Candaş İlköğretim okulu için yardım topluyorlarmış.

Eksik listesi de:

Kitap ( Okuma ve kaynak kitabı )
Kırtasiye ( Defter,kitap,kalem,silgi,kalemtraş,boya malzemeleri)
Giysi
Faks cihazı
Bilgisayar Projeksiyon makinesi

imiş. Sizlerden destek verebilecek olanlar var ise, http://www.imecem.org/ adresinden Melda'ya ulaşabilirler.

Bir yardımlaşma haberi de Muzaffer bey'in Blog'undan geldi. Orada da gülümseyen yüzlü bir çocuk var. Neye mi ihtiyaçları var? Bir mont ve bir bot, bunu da sadece 22 YTL ile yerine getirmeniz mümkün olabiliyormuş. Detaylar için lütfen Muzi's Kitchen'a bakabilir misiniz?
Gülümseyen yüzlü insanlar görmek dileği ile...

18 Kasım 2006

Children In Need - Yardıma Muhtaç Çocuklar

Yaratıcılığın sonu yok !

Bugün alış-veriş için dışarı çıktığımda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu dışarıda. Göz gözü zor görmez haldeyken ve insanların şemsiyeleri çarpışırken bir Spider Man çarptı gözüme. Yüzünde maskesi, sadece gözler açıkta, kostümü üzerinde, elinde de kocaman bir kova ! Gene birşeyler olup bitiyor ama ne dedim kendi kendime...
Eve dönüş yolunda da benim en az 10 katım büyüklüğünde, siyah, kocaman, şişme bir goril yol kesmişti :) Önünde gene ellerinde kova bekleyen yaşlı başlı amcalar...Haydeee ne ola ki bu iki oldu dedim, sonra aklıma geldi.

Televizyonda bir süredir BBC'nin özel salon haline getirilen stüdyolarında ünlüler saç kesiyordu, daha önce hiç denememiş olmalarına rağmen. Minik bir eğitim alıyorlardı ve profesyoneller de sadece sözlerle onlara yön göstermeye çalışıyordu. Masaj yapıyorlardı. Hatta epilasyon işine bile el atmış olanlar vardı ! Halk onların önüne gelip bu işlemlerden yaptırıyor, kazanılan paralar da Children In Need'e gidiyordu. Yani yardıma muhtaç çocuklara...

BBC her sene Children In Needs adı altında kurulan yardım derneği ile yardıma muhtaç çocuklar için para topluyor. Bunun için de akla hayale gelmeyen usullerle halk tüm yaratıcılığını kullanarak para topluyor ve BBC'ye yolluyor. Bu ülkede dilencilerin bile herhangi bir marifet göstererek para kazandığını düşünürsek, kimse kimseye durduk yerde para vermiyor. Children In Needs'in bir de maskotu var. Tek gözünden bant geçen sarı bir ayıcık adı Pudsy (Padsi okunuyor)

Nasıl para toplamışlar derseniz:

-Değişik kıyafetler (Pamuk prensesler, Cindrellalar, Cowboylar, tavşan kulaklı, geyik kulaklı insanlar vs vs) giyip para toplayanlar ki bunların içinde kasiyerler, otobüs şöförleri, öğretmenler bile var.

-Yerel web sitelerinde yardım kısmı açıp oradan para toplayanlar,

-Pudsy Bear şeklinde kurabiye yapıp satanlar,

-Kapı kapı dolaşıp para toplayanlar,
-Bıyıklarını sırf bu etkinlik için kesip para toplayanlar,
-Gosterilerinin bu geceki hasılatını bağışlayan tiyatrolar,
-Televizyonda gösteri yapıp, telefonla bağış isteyen sanatçılar,
-Güreş yapıp bunun hasılatını bağışlayan amatörler,
-Çay partileri düzenleyen hanımlar,
-Tank çeken polisler,üzerlerine girilen iddiadan toplanan paralar,


-Saçlarını tuhaf renklere boyatıp bunun için para toplayanlar,
-Açık arttırmalar,
-Belli bir alana toplanarak yukarıdan bakıldığında uçak şekli oluşturan insanlar,

-Konserler,
-Yüz boyayarak, dilimlenmiş kek satarak para kazananlar,
-Hayırsever birisinin BBC'yi arayıp 1 saat içinde ne kadar para toplarsanız benden de o kadar demesi !
-Büyük firmaların bu kanalla reklam yapmaları ve kocaman çekler ile stüdyoya gelmeleri,

-Okulda topladıkları paralarla çocukların havaya roket atmaları......
-Kukla gösterileri,
-Bir çocuğun topladığı paralarla 60 senelik Rolls Royce motorunu çalıştırması,

Demiştim ya yaratıcılığın sonu yok !
BBC bu akşam, hatta yarın sabahın erken sularına dek yayın yapacak, telefon hatlarından da para toplayacak en son rakam 12.6 milyon pound'un üzerinde idi.Hem yayın ile para topluyorlar hem de web sitelerinde bazı eşyalar satıyorlar.
T-shirtler, Christmas kartları, takvimler, Terry Wogan ve Pudsey'li yumurtalık, ajanda, anahtarlık, Pudsey oyuncakları, sungerden kocaman Pudsey'ler, hatta eldiven gibi havada sallayabilecekleriniz de var.
Para kimlere mi gidecek?
Buradan videolarını görebilirsiniz.
Geçen seneki yardımdan yararlandığı için televizyonda gösterilenler vardı, hepsinin içerisinde beni ayakları tutmayan bir çocuk etkiledi. Cin gibi birşey, ama odasının ışığını bile yakamıyor. Ona hem arkadaş, hem de yardımcı olması için, toplanan paralardan bir köpek alınmış. Odasının ışığını açıyor, söylediği eşyaları getiriyor, çoraplarını çıkartıyor. Bir yere gittiğinde anne babası endişe duymuyor çünkü yanında ona göz kulak olan bir köpek var ! Köpek için harcanan çok büyük bir mebla değil ama çocuk için değeri ne rakamlarla, ne de kelimelerle ifade edilebilir !!!

Başka bir çocuk 3 yaşına kadar normalmiş, sonrasında genetik bir hastalık nedeni ile yürüyemez, konuşamaz olmuş ama etrafında olup bitenlerden haberdar. Ona haftada belli günler özel bir oyun yerine gitmesi için yardım yapmışlar. Özel eğitimli bakıcılar, kardeşleri orada onunla oynuyorlar, normal çocukların oynadığı oyunlara onu da katmaya çalışıyorlar. Gözlerindeki pırıltı herşeye değerdi !

Babası öldüğü için bunalıma giren 11 - 12 yaşlarında bir kız çocuğu... (36 yaşında beni bile yıkan bir olay küçücük kıza ne yapmaz ki???) Babası ile uçurtma uçurmaktan zevk alırmış. Sonra içine kapanmış. Kimse ile konuşmamış, gülmemiş, oynamamış. Ona yapılan yardımlarla psikolojik tedavi görmüş ve normal hayata dönmüş. Onu iyi bir gelecek bekliyormuş, kendi cümleleri bunlar...
Evsiz, ailesiz çocuklar, tacize uğramış olanlar, küçük yaşta kötü yola düşmüş olanlar, hasta olanlar ve HIV virusü taşıyanlar, sakat olanlar, şiddete maruz kalmış olanlar, özel yetenekleri olanlar ama maddi olanakları olmayanlar.... yardımdan yararlanacak diğer çocukların nitelikleri oluşturuyor.
Takdire şayan bir organizasyon !!! Kimse cebine para atmıyor, cebinden emeğinden katıyor. Genci, çocuğu, yaşlısı tek bir amaç için emek harcıyor ve çırpınıyor, tek bir gövde oluyor.
BBC ve yardım derneği tek tek nereye ne kadar para gerektiği konusunda analizler yapılıyor ve toplanan para zaman harcanmadan buralara iletiliyor.
Yorumunu size bırakıyorum !
Dip not: Fotoğraflar yayın sırasında BBC 1'den çekilmiştir.

17 Kasım 2006

Panjur


Panjur
Bir açılma yorabilir insanı
Paslı rezeler, kaynamış menteşeler
Nasıl açılır pancur
Güneşe.

Arada yağlamak, esnetmek gerekirdi
Yıllar yılı kapalı
Zordur bir insanın
Anlatmalarla feraha çıkması.

Behçet Necatigil


13 Kasım 2006

Yemek Etkinliği 16 - Patates


Bu seferki yemek etkinliğinin ev sahibesi sevgili Evren olmuş. Benim Belçika'dan İngiltere'ye komşu gel deyip durduğum, yemeklerine bayıldığım sevgili Annemin Mutfak Kokusu - Evren. Onu hiç kaçırmadan takip ederim.

Ben de nacizane bir anneanne mutfağı kokusu olsun blog'umda bu sefer dedim ve rahmetli Boşnak anneannemin sütlü patatesinden yapıverdim.

Bu yemek için Adapazarı'nın mis gibi patatesleri ve kuzine lazım ama Allah'ın İngiltere'sinde bulduğumuzla idare edeceğiz artık.

Bütün yemekleri ölçüsüz yapamayan ben bu yemek için belli bir ölçü söyleyemeyeceğim. Gıcık olduğum için gözkararı da demeyeceğim. Tepsinizin büyüklüğüne göre siz kararınızı verin diyebilirim ama değil mi?

Malzemeler:

Patates
Süt
Yumurta
Tuz

Orjinalinde olmamakla beraber ben içine yıldız anason ve minik hindistan cevizi rendesi (muskat deniyor galiba) koydum.

Yapılışı:

Bir tepsinin içine azıcık süt konulur (yağ yerine), halka halka doğranmış patatesler dizilir. Bu hali ile fırına verilir. Patateslerin üzeri kızarmaya başlayınca dışarı çıkartılır.
Süt ile çırpılmış yumurtaya istenen baharatlar ilave edilir ve tekrar fırına verilir. Üzeri güzelce kızarınca fırından çıkartılır.

İstenirse aynı tarif hazır krema ile de yapılabilir, o zaman yumurta koymamanız lazım. İngiliz usulü olan kremalı türü ve anason ile minik hindistan cevizi rendesini oradan aldım ben de.




Afiyet Olsun !

10 Kasım 2006

Atam



"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyor ve hissediyorsanız bu yeterlidir."

M.Kemal Atatürk

10 Kasım 1938'de, senin gözlerini ebediyete kapattığını öğrendiğinde, en sevdiği yemeği yerken,üzüntüsünden ağlayarak onu yere fırlatan, Dolmabahçe'de seni son defa ziyaret ettiğinde, hıçkırıklarla haykırıp koca paşaları ağlatan, 3 yaşındaki küçük çocuk var ya Atam, ben onun kızıyım !

Bütün çocukluğum senin anılarını dinlemekle geçti. Evimizin en güzel köşesinde, sen de bizlerle birlikte idin her daim. Seni hep sevdim ve seveceğim.

Seni her yerde, her ülkede ve kalbimde görüyorum ATAM !

Ruhun şad olsun...

06 Kasım 2006

Guy Fawkes

Cambridge'e ilk geldiğim sene bir Kasım akşamı dediler ki yarın akşama havai fişek gösterisi var. Arkadaşım, iki minik hanım (kızları) ve ben sarı yaprakların üzerinde zıplaya, savura yürüyerek gittik Midsummer Common'a...

Muhteşem bir gösteri oldu, çeşit çeşit havai fişekler, yananı döneni, ne ararsanız çeşit çeşit idi...
Gösteri bitince bonfire dedikleri kocaman bir ateş yakıldı.Dedim içimden bu da ne ola ki? Kocaman bir lunapark kurulmuş ( Burada lunaparklar seyyar, belli dönemlerde gelir yeşil alanlarda kurulur, işleri bitince giderler), çocuklar orada eğleniyorlar...Sonra baktım bütün büyük marketlerde havafişekler satılıyor ve o günün ardından indirime girmişler...O gece, öncesi ve sonrasında herkes parklarda, bahçelerde aldıkları havai fişekleri gökyüzünün derinliklerine göndermekten büyük keyif alıyor....
Bir Guy Fawkes lafı geçti sanki bir yerlerde...
Çıkamadım işin içinden...

İyi ki internet var, hemen arayıp baktım, Guy Fawkes kimdir? O gece ben orada iken neler olup bitmiş....
Sonrasında bütün sorularım teker teker cevaplandı...

Çok detaya girmeden şöyle bir bahsedeceğim konudan bu sefer, detaylara bakmak isteyenlere
bu site önerilir, o gece yapılan yiyeceklerin tariflerini bile bulabilirsiniz orada.

1570 - 1606 yılları arasında yaşamış, York doğumlu olan Guy Fawkes, barut üzerine uzmanlaşmış bir katolikmiş. İngiltere kralı 1.James (Scotland'ın da VI.sı)'ı öldürmek, kızını katolik bir soylu ile evlendirerek ülkeyi katolikleştirmek isteyen bir grup, Gun Powder Plot (Barut Suikasti) adı ile anılan suikasti gerçekleştirmek üzere, Guy Fawkes'dan yardım istemiş. Suikastçiler bir depo kiralayarak kralın meclis binasında oturacağı yerin altına doğru tünel kazmışlar ve 1800 pound barut yerleştirmişler. Ancak içlerinden biri Lord Monteagle'a mektup yollayarak durumu bildirmiş ve Guy Fawkes yakalanarak 2 gün boyunca işkenceye tabi tutulmuş. En sonunda arkadaşlarının da ismini vermek zorunda kalmış. Onların da kimi yakalanmış, kimi kaçarken öldürülmüş ama sonuçta geriye kalanların hepsi yargılanmış ve ölümle cezalandırılmış. Guy Fawkes, darağacından kendini aşağı atarak, asma işlemini kendisi gerçekleştirmiş, birinin onu öldürmesinin zayıflık olacağını düşündüğü için. Her 4 Kasım'ı 5 Kasım'a bağlayan gece de bu olayın anısına, kralın kurtuluşunun şerefine bu havai fişek gösterileri düzenlenip, yakılan büyük ateşe Guy Fawkes'ı temsil eden maket bebekler atılırmış adet olarak. Bizim seyrettiğimiz de taaa 1600'lü yıllardan beri süregelen bir geleneğin sonucu imiş ve adamcağızı hayali olarak ve maketsiz yakıp duruyormuşuz yani her sene havai fişeklerin ardından.

Harry Potter kitaplarında yer alan Dumbledore'un kuşu Fawkes'ın adı Guy Fawkes'u temsil ediyormuş, bundan başka Shakespeare'den tutun da Charles Dickens'a kadar pek çok kişi yazdıklarının arasında Guy Fawkes'a yer verdiği gibi Wachowski kardeşlerin V for Vandetta filmindeki başrol kahramanının da ondan esinlenerek yaratıldığı söylenmekte.

Ayrıca BBC'nin 2002 yılında hazırladığı ve oylamaya sunduğu en büyük 100 İngiliz arasında ve York'un en büyük 50 kişisi arasında yeralmış.Famous People web sitesinde onun meclise giriş amacı en onurlu adam olduğundan bahsedilmekte. İngilizce sokak dilindeki dost, arkadaş, yandaş tarzı anlamlarda kullanılan guy kelimesi de Guy Fawkes'ın adından gelmekte imiş.
Bu gecenin ve hüzünlü hikayenin ardından benim aklım havafişeklerde, yakılan ateşte değil de hazırlıklarda kaldı.
Bir etkinlik ancak bu kadar iyi bir organizasyonla sunulabilirdi. Kalabalıkta kaybolanlar, çocuklarını kaybedenler için buluşma noktası, sağlık sorunlarına karşı ilkyardım çadırı, ambulanslar, Midsummer Common'dakilere ilave tuvaletler, sakatlar için özel hazırlanmış, iki ayrı alanda platformlar...Ateşin etrafında iki büyük çember ve bunun parmaklıklı koruma şeritleri, ikisi arasındaki güvenlik görevlileri ve yangın söndürme aletleri, para toplayan başında yanar dönerli tavşan kulakları olan kızlar ya da beyler ...


En ufak ayrıntı bile düşünülmüş, planlanmış ve uygulanmış. Ben en çok bu kısmını sevdim, çünkü o şehirde yaşayan bir birey olarak sizi düşündüklerini, sizin için birşeyler yaptıklarını hissediyorsunuz ! Bütün bunlar 1600'lü yıllardan beri edinilen tecrübelerden mi yoksa düşünceli insanların planlı çalışmasından mı bilmiyorum ama diyorum ki benim ülkemin insanlarının da bu planlamaya, ilgiye, öneme ihtiyacı var.

30 Ekim 2006

Cadılar Bayramı


Cadılar bayramı ve süslemeleri ile ilk 1999'da Paris'te karşılaştım. Azizlerin ruhu günü diye bir gün kutlanıyordu orada, bütün kiliselerde törenler düzenleniyordu ve insanlar, ölmüşlerinin mezarlarını ziyaret ederek çiçek bırakıyorlardı. Hatta Montmartre'a giderken yolumuzu kaybettik, Montmartre yerine kendimizi mezarlıkta bulduk. İnsanlar da bu turistler ne arıyorlar mezarlıkta diye bize tuhaf tuhaf baktıydı ! O zamanlar Azizlerin ruhu gününün, cadılar bayramı ile tesadüfen çakıştığını düşünmüştüm ama bu yazıyı yazmak için araştırdığımda anladım ki, o gün ile bizzat alakalı. Azizlerin ruhu günü, 4.yüzyıldan beri kutlanmakta imiş. Hristiyanlıkta her gün bir aziz ve azizeye adanmış, günü olmayanlar için de Azizlerin ruhu günü düzenlenmiş meğerse.
Keltlerin Samhain törenlerinden, Azizlerin ruhu gününe, Azizlerin ruhu gününden de cadılar bayramına hikaye epey uzun....

İngiltere'ye yerleştikten sonra Kew Gardens 'ı bir de sonbaharda ziyaret edelim demiştik ve yazıya eşlik eden bol kabaklı fotoğrafları orada çektik. Gittiğimiz dönem hem "Cadılar Bayramı" na, hem de "Elma Günü" ne denk gelmiş meğerse.Pek süslü, pek güzeldi Kew. Renklerle gözlerimiz şenlendi.

Bu ülkeye geldiğimde ilk başlarda apartman katında oturduğumuzdan, cadılar bayramı diyerek çocuklar kapımızı çalmamıştı ama müstakil evlerde oturan arkadaşlar anlatıyorlardı, ellerinde kovalar, üzerlerinde kostümler, çocukların kapı kapı dolaşıp "trick or treat" yani, "büyü ya da ikram" dediklerini; çocuklara şeker, çikolata, kurabiye vermek ya da onları etkileyecek bir maharet sergilemek gerektiğini... Biz de müstakil eve çıktıktan sonra, o geceler dışarıda olmuşuz hep ki hiç denk gelmedik çocuk milletine... Birşey vermezseniz suratınıza yumurta fırlatmaları olayı varolduğundan, ikide birde de bütün sokaklardan gelen çocuklara kapı açma durmunuz da sözkonusu olacağından, iyi ki de denk gelmemişiz diyorum. Bu akşama da ya kek yapmalı ya da evden kaçmalı !

Dünyadaki hemen hemen her adette olduğu gibi, bu bayramın da kökleri dinler öncesi, çok tanrılı döneme dayanıyormuş. Keltler, yeni yılı Kasım ayında güneşin bitişi, karanlık ve soğuğun başlangıcı olarak kutlarlarmış. Ekinler biçilir, stoklanır, evlerde ateşler söndürülürmüş. Ateşin söndürülmesi nedeni ile ev soğur, bu da kötü ruhları uzaklaştırırmış. Dönemin din adamları da törenler düzenler, dans edip ekinleri ve hayvanları kutsarlarmış. Cadılar bayramının, temeli sayılabilecek bu törenlere "Kasım" anlamına gelen "Samhain" denirmiş ve insanlar da hayvanların derilerinden ve kemiklerinden kıyafetler yaparak yürüyüşe katılırlarmış.
Hatta o dönemlerde ölülerin ruhlarının siyah bir kedi kılığında dünyaya döndüğüne ele geçirecek yeni bir canlı beden aradığına, bu ölü ruhu kaçırmak için de o kıyafetleri giyip, gürültü yaparak kediyi uzaklaştırdıklarına inanılıyormuş. Siyah kedinin uğursuzluk getirdiği inanışı da sanıyorum buradan gelmekteymiş.
Bana Samhain kelimesi, Şa'man kelimesini anımsattı, Şamanizm'de bu tür olaylar var mıdır ki? Kışın gelişi, hasat ve ekin olaylarından bir de saman kelimesini çağrıştırdı beynimde... Araştırmak lazım dedim kendi kendime!

Romalılar, Büyük Britanya'yı istila ettiklerinde adetlerini ve törenlerini de birlikte getirmişler. Pomona günü, ismini meyva ve bahçelerin tanrıçasından alırmış ve o da 1 Kasımda kutlanırmış. Simgesi de elmaymış. Yılların inancı ile Samhain ve Pomona törenleri birleşerek, aynı günde kutlanır olmuşlar. Milattan sonra 835 yılında Roma Katolik Kilisesi 1 Kasım tarihini Azizlerin ruhu günü olarak ilan ederek onları onurlandırmış. Yıllar sonra bu tarih 2 Kasım olarak isim de onların ölümleri ile onurlandırıldıkları inanışı ile Bütün Ruhlar Günü olarak değiştirilmiş. O gece büyük ateşler yakılır olmuş, geçit törenleri yapılır olmuş, insanlar aziz kıyafetleri, şeytan ve melek kıyafetleri giyip dolaşır olmuş. Hatta İngiltere'de, o devirlerde, ölülerin ruhları rahatça dolaşabilsinler diye her odada mum yakılmış ve onlar için şarap ile adına ruh keki dedikleri kekler hazırlanmış. O gece çocuklar sokaklara çıkıp şarkılar söyleyerek ölüler için para ya da kurabiye toplar olmuşlar.
Yıllardır kutladıkları adetlerinden sıyrılamayan insanlar tüm adetleri birleştirerek gene 31 Ekim'de Samhain ve Pomona gününün özelliklerinden olan elmalı, çerezli, kara kedili, sihirli geleneklerini Bütün Azizlerin ruhu ve Bütün Ruhlar gününün, şeytan ruhlu, ölülü, hayetli, iskeletli ve kafa taslı içeriği ile birleştirerek Cadılar Bayramını kutlamaya başlamışlar.

İngiltere'de eskiden bu kutlamaların içinde Jake-o'-Lantern denen kabaktan lambalar yaparak kapının önüne asmak, çocukların büyüklerine evin kapısını açık bırakmakla başlayıp daha da ağıra kaçan şakalar yapması, evlerin önüne cadı lambalarının asılması , içi su dolu bir kaba atılan elmalara el değdirmeden ağızları ile almaya çalışmak , alınan elmanın kabuğunun hiç kopartılmadan soyulması, bir varilin içine atılması, düştüğü yerdeki şekle bakarak gerçek aşkının adının ilk harfini orada bulmak, saklanbaç oynamak, hayalet hikayeleri anlatmak, komşunun kapısını gökgürültüsü kadar yüksek sesle çalmak, elmalı kek pişirerek içine para saklamak, bol bol çerez yemek, havai fişek fırlatmak varmış.

Amerika'ya bu adetlerin taşınması İrlandalılar ile olmuş. Oradan da bütün dünyaya yayılmış.

Sevgili Tijen'in bu konu ile ilgili çok ilgimi çeken bir yazısı var. Eskiden bizde de Beydağları halkınca kutlanan bir adet varmış. Adına Çoraz Geceleri denirmiş.... Gerisi mi? Onu da Tijen'in kendi cümleleri ve Bal Kabaklı Prasalı Pide tarifi ile birlikte buradan okumanızı öneririm. (Güncelleme - Zaman içerisinde yazının olduğu alan kapandığı için artık ulaşamıyoruz ancak sevgili Tijen'in Radikal'deki yazısına buradan ve onun yardımı ile bulduğum bir başka yazıya buradan ulaşabilirsiniz, teşekkürler Tijen)

Benim diyeceğim şudur ki, gayet renkli, bol şakalı, yiyecekli Cadılar Bayramı adetinin kökleri çok Tanrılı dönem ve de Hristiyanlık. Bu konuyu araştırırken Türkiye'de de kutlandığını görmek doğrusunu söylemek gerekirse benim içimi burktu. Evet çok renklilik güzel, evet başkalarının adetlerini bilmek ve onların adetlerini onlarla kutlamak güzel, ama bizim olmayan bir adeti kendimize has çok güzel olanları varken, onları unutmaya terketmişken alıp aynen kutlamak ise düşündürücü.
Sevgi ile kalın ve cadılara çok dikkat edin, onlar gerçek hayatın içinde de var, çok uzaklarda aramaya hacet yok !